28 Kasım 2010 Pazar

Kül ve Duman

İnsanın yaşadığı olayları yazması çok kolay. "O oldu bu oldu" demek sonrasında kendince bir fikir yürütmek. Çok kolay. Asıl zor olan duyguları hakkında yazmak. Çünkü duygular dillendirildi mi bir kere kaçışın yok. Etkisi katlanacak. İkiye. Üçe. Beşe. Katlanacak da katlanacak. Ne kadar dillendirirsen o kadar katlanacak. Daha da çok can acıtacak. Acı da katlanacak. İkiye. Üçe. Beşe. Katlanacak da katlanacak. Ama işte öyle bir nokta var ki o duygular boğazına kadar birikecek. Sığmayacak içine. Zorladıkça zorlayacak ve ilk fırsatta atıp kendini dışarı göstermek isteyecek.

Şimdi beş sene boyunca hergün okula giderken, dönerken; hayran hayran önünden geçtiğim, karşısındaki o sallantılı köprüde durup izlediğim, vapurun onun tarafından geçen tarafını hesapladığım, yüzüne gülümsediğim, aynı yolu kullanan pek çok insan gibi güneş batarken güzelliğine aşık fotoğraflarını çektiğim, içine girip defalarca havasını soluduğum, her fırsatta yeniden o havayı solumak için fırsat yaratıp heyecanladığım Haydarpaşa yanıyor. Yanmasına içim yanıyor. "Ne uğruna yanıyor?" sorusunun cevabına içim yanıyor. Alevler sanki onu değil beni sarıyor. Ben alışkınım alevlere ama... o değil. Sanki eski bir dost elimden kayıp gidiyor. İçim yanıyor. Oysa ki alışkınım ben elimden kayıp gidenlere. Daha dün gece izleri taze biri kayıp gitmedi mi öyle? Bir var. Bir yok. Bir bakmışım ki komple yok. Bir bakmışım ki aslında hiç yok. Daha dün gece içim yanmadı mı öyle?  "Kardeşim gibi" dediğimin küçülmesine, ufalmasına, minicik kalmasına, yok olmasına. Şimdi Haydarpaşa yanıyor. İçim bir ona yanıyor bir de çoktan kül olana. Garip bir metafor gibi geliyor. Alevleri izliyorum öyle. Sanki içimdekilere bakıyorum. Düşünüyorum. Alevlerden geriye ne kalıyor? Kül ve duman? Bir dostum tamamen kül olmuşken diğeri toz duman içinde ağır yaralanıyor. Küller savrulur gider de yaralar acıtır bilirim. Canım acıyor.


Heval.

0 yorum:

Yorum Gönder

Takip Et