13 Ocak 2011 Perşembe

Karşılaşma

Ben tesadüflere inanmam.  Kadere hiç inanmam. "Neye inanırsın?" dersen, pek bir şeye inanmam aslında. Kendimden başka. Hayatta insanın sadece en iyi bildiğine inanabileceğine inanırım. Yani kendine ki kendimizi bile her zaman o kadar iyi bilemiyor olmamıza rağmen.

Bugün pek keyfim yok.
Sebepler çok.
Sebepler tek.
Sebepler büyük.
Sebepler küçük.
Küçücük.
Gel bir de bana sor.
Derdim büyük.

Yaş 5.
O yaşta nasıl olmuşsa bir İstanbul takıntısı var bende. İki sene annemle babamın tayini İstanbul'a çıksın diye her akşam hayaller kurmuşum. Hayatımda görmediğim İstanbul'a o kadar uzaktan nedir bu yakınlığım belirsiz. Sanki bu koca şehre aşık olacağımı biliyormuşum o yaşta. Evet hayatımdaki en büyük aşkım İstanbul. Her daim aynı heyecanla baktığım, bir türlü bırakıp gidemediğim şehir.

Yaş 7.
İlkokuldayım. İstanbul'a yeni gelmişiz. Hayatımdan çok mutluyum. Televizyonla çok işim olmayan zamanlar. Radyo olsun müzik dinleyeyim. Sanki tek derdim o. Babam bir akşam eve oldukça afili bir teyple geldi. İçinde de ilk kasetimle. Yabancı şarkılardan oluşan karma bir kaset. Çok uzun yıllar dinledim o kaseti. Bir sürü yenisi geldi ama onun yeri hep ayrı oldu. Taa ki iflas edip bantı paramparça olana kadar. O kasetteki şarkıları dinleyerek büyüdüm desem yeridir. Yalnız şarkıları kim söyler, nedir, kimdir bilmedim hiç o dönemde. Sonradan olmadık zamanlarda olmadık şekillerde karşılaştım her bir şarkıyla. Meğer ben o yaşlarda The Cure hastasıymışım mesela bunu yirmili yaşlarımda öğrendim. Ama hala eksik olan bir kaç şarkı var öğrenemediğim. Unuttuğum. Bir yerlerde karşıma çıkacağına emin olduğum.

Yaş 30.
Bugün pek keyfim yok. Hiç huyum değildir televizyon açmak. Açtım. Hiç huyum olmayan bir kanalı tuşladım yanlışlıkla. Karşımda bir görüntü belirdi. Eski. Soluk. Ses yok. İki saniye kadar baktım boş boş. İstemsizce sesi açtım. İki saniye dinledim boş boş. Sonra sesler belirdi zihnimde. Tanıdıktı. Yıllarca dinlediğim o kasette beni en çok etkileyen şarkılardan biriydi çalan. Bu keyifsiz günüme ne kadar da keyifli bir süpriz. Sanki çocukluğumla karşılaşmışım gibi. Sanki çocukluğum elinde o kaset, yüzünde koca bir gülümsemeyle gelmişti. Sanki çocukluğum anılarını da beraberinde getirmişti. Asık suratım 24 saatini dolduramadan gülümsemeye döndü. Dedim ya tesadüflere inanmam. Kadere hiç inanmam. "Neye inanırsın?" dersen, pek bir şeye inanmam aslında. Kendimden başka. Ve şimdi karşımda kendi çocukluğum. Ben zamanlamalar konusunda berbatım ama karşımdaki bu çocuk çok başarılı. Bugün pek keyfim yoktu. Küçük kız çocuğu geldi oturdu karşıma. "Dinle!" dedi beni. Dinledim. Bol bol öğüt verdi bana. Ona inanırım işte.

Bugün bir dostum tekerleme gibi kurdu şu cümleleri :
"Heval üzülünce ne yapar? Heval üzülünce yazar."
"Heval mutlu olunca ne yapar? Heval mutlu olunca yazar."
"Heval her zaman yazar."
"Heval hep yazar."
"Heval mütemadiyen yazar."
Gündüz kahkahalarla güldüğümüz bu laflara şimdi sadece sırıtabiliyorum. Ve evet gene yazıyorum. Hayır yazmaktan kastım bu yazı değil. Bunlar sadece ufak notlar. Daha derin olanlarını kendime saklıyorum. Bir de gördüğünüz, sandığınız kişiden apayrı olan daha derindeki Heval'i tanıyanlara. Belki bir de tanımak isteyeceklere.

0 yorum:

Yorum Gönder

Takip Et