3 Temmuz 2009 Cuma

"Zor İş" bunlar çok zor...

Sinema, televizyon sektöründe çalışmak demek bazı şeylere hazırlıklı olmanız gerek anlamına gelir. Bunlardan biri istediğiniz kadar okulunu okumuş olun fark etmez sektörde çalışmaya başladığınız ilk anda en az bir sene kadar çalışmanızın karşılığında para almayı unutacaksınız. Neden? Çünkü siz ne kadar neyi bildiğinizi iddia etseniz de aslında bir “çırak”sınız. Bu sebeple de sette herkes yönetmene “hoca” der ki bu konuya daha sonra başka bir yazıda tekrar değineceğim. Şimdilik mevzuyu dağıtmayalım. Neydi mevzumuz. Ha evet çıraklık. Yeterince şanslıysanız 6 ay kadar “kısa” bir zamanda da paralı çırak mertebesine ulaşabilirsiniz. Sektördeki ilk işimde bir dizide 3. rejiydim. Aslında ilk iş için iyi bir başlangıç sayılabilir. Tabi işe önce stajyer olarak alındım. Bir hafta sonra prodüksiyon asistanı oldum. Bir hafta sonra da reji oldum. Hatta bir ara 2. reji mi yapsalar beni gibi diyaloglar duydum. Yok artık derken 3’te karar kılındı. Bu hızlı terfilerin nasıl olduğunu sormayın ben bile anlamadım. Bazı işler böyledir yatay ve dikey hareketlenmeler çok görülür, bir mantığa oturtamazsınız. O işin ön hazırlığında ve çekimler esnasında da saçmalıklara dayanabildiğim tek bölümünde çalıştım. İyi ki de öyle yapmışım yoksa maazallah 2.reji, yardımcı yönetmen falan derken 4 hafta sonra yönetmen falan da olabilirdim. Neyse… Ön hazırlık ve ilk bölüm çekimleri süresince birkaç aylık bir süreçti ve çok doğal olarak para kazanmadım ki açıkçası beklemiyordum da. Asıl komik olan para kazanmaya başladığım zamandı. Çünkü ben seti bıraktım. Şirketin başındakiler bir şekilde işe yarayacağımı düşünmüş olmalılar ki bir sinema filminin ön hazırlığına gel diye ofis işine aldılar beni –ki sonradan dank edince gördüm ki o dönemde çoğunlukla sekreterlik yapmışım- Hala herhangi bir kazancım yok ki hala bir beklentim de yok. Ama sonra bir gün bir şey oldu. Dizinin başrol oyuncularından biriyle arkadaşız. Arada dışarı çıkıyoruz bir şeyler içiyoruz, sohbet ediyoruz falan. Şirketin bu para işlerinden sorumlu üst düzeylerinden biri de tesadüfen bir akşam bize katıldı. Sohbet ortamı iyi güzel. Nerden çıktığını hatırlamıyorum benim oyuncu arkadaşım bütçelerden falan konuşurken yaklaşık olarak şöyle bir cümle kurdu: “Ne kadar bütçesiz de olsa işler, insanlara para verilmeli. Mesela Heval.Ben … kadar para alıyorsam o da en azından …. kadar bir para almalı bence. Bu onlara ne değer verdiğini gösterir vs.” Ben o konuşmadan iki gün sonra tam da arkadaşımın dediği kadar miktarda bir parayı ilk haftalığım olarak aldım. Üstelik çekilmekte olan dizinin işindeyken değil henüz fol ve yumurtanın ortada olmadığı sinema filmi için ofiste kendi başıma çalışırken. Enteresan değil mi? Görüldüğü üzere sektördeki hazırlıklı olmanız gereken ikinci konu başlığı torpil. Bu da ayrıntılı olarak işlenecek başka bir yazı konusu. Bunu da geçelim. Bu yazıyı yazmama sebep asıl üçüncü başlığa gelelim: hırsızlık. Sinemacı ya da televizyoncuysanız üstelik de işin üreten tarafındaysanız mutlaka bir yerlerde projeleriniz, emeğiniz çalınmış yada şimdiye kadar çalınmadıysa da çalınacak demektir. Ve bu noktada noter, kendine, ona, buna mail atma falan bir işe yaramaz, unutun.

Yaklaşık bir yıl kadar önce hadi tam zamanını da vereyim 7 ağustos 2008 tarihinde; sektörde de halk arasında da oldukça kaliteli bilinen bir kanaldan program önerilerimiz için randevu istedik. Genelde kanallar öyle hemen randevu vermezler “siz bi mail atın, biz bi bakalım, sonra sizi ararız” falan derler. Enteresan bir şekilde 3 gün sonrasına randevu verdiler. İşin aslı biz bile şok olduk. Ve tabi çok sevindik çünkü çalışmak istediğimiz bir kanaldı. Gerekli belgelerimizi, dosyalarımızı hazırlayıp söylenilen günde güle oynaya kanala gittik. Yarım saat gibi bir görüşme yapıldı. Biraz üstünkörü dosyaya bakıp çeşitli yorumlar yapıldıktan sonra okumadıkları programlar hakkında yanlış yorumlar yapıldığını görüp sözsel müdahaleyle programların “aslında” ne olduklarını anlatmaya çalıştık. Bazılarında başarılı olduk bazılarında konuşmaya pek fırsat verilmediği için olamadık. Eh tabi o koca bir kanalın program müdürüydü bizse kim olduğunu bilmediği “yeni yetme gençler”dik. Olacak o kadar. Yalnız o görüşme esnasında bir programla ilgilenildi baya ve bazı önerilerde bulundu "o haliyle hazırlayın tekrar bir görüşelim" dendi. Garip bir ruh haliyle ayrıldık kanaldan. Biz dosyaları mı tekrar hazırlasak yoksa demo çekip ne yapmak istediğimizi mi göstersek diye düşünürken araya başka işler girdi ve süre uzadı. Bir gün başka bir arkadaşın aracılığıyla başka bir şirketin program aradığını öğrendik ve onlarla da görüştük. Bu şirketin daha önce görüştüğümüz kanalla bağlantılarının olduğunu öğrenince kanalla tekrar biz görüşmeye gidip içimizi sıkacağımıza yeni dosyayı şirkete verelim onlar götürsünler biz de hiç bulaşmayalım bu işlere dedik. Öyle de yaptık. O şirket ne yaptı bilmiyorum muhtemelen onlar da bi sonuca ulaşamadılar ama bu sabah kalktığımda tesadüfen bir program yazısı gördüm. İçeriğine baktım çok tanıdık. Hayır hatta tanıdık değil bizim aylar önce yazdığımız programın aynısı! Kanala baktım, evet doğru tahmin ettiniz aynı kanal. Şimdi yaklaşık bir saattir düşünüyorum. Sinirli miyim? Biraz ama yeterince değil. Neden? Çünkü sanırım ben de bu çalma işini fazlasıyla benimsemişim. Benim için bile normalleşmiş. E bir şeyler yapsam? Ailemdeki hukukçular bile beni haklı çıkaramaz ki bu durumda. Ne yapmalı? Açıkçası yapacak bir şey de bulamadım. Yazmak dışında…

2 yorum:

csyasoo dedi ki...

Güzel ve faydalı bir yazı olmus.Bende sinema sektöründe çalışmak isterdim eskiden ama artık benden gecti desem yeridir.Gerçi 21 yaşındayım daha ama 1 sene sonra maliyeci oluyorum.Ne kadar farklı meslek grupları deil mi ? :D

heval hazal kurt dedi ki...

ben 22 yaşında okuduğum okulu bırakıp sinema okumaya başladım hiçbir şey için geç değil yani ;) yeter ki ciddiye al ve kendini geliştir. bu aralar "süper bir fikrim var" diyip de megalomanlığın üst sınırlarında gezinen ama nedense ne bir kitap okuma ne de bir teknik öğrenme ihtiyacı duymayanlara fena halde gıcığım da.

Yorum Gönder

Takip Et